9.11.07

Gladio Yapısı ve Tarihteki Benzerleri

Kontrgerilla, aslında yeni bir örgüt değildir. İsmi farklı da olsa tarihte birbirine benzeyen kontrgerilla yapısına sahip örgütlere rastlamak mümkündür. Kontrgerilla'nın siyonizm ve masonluğun sokak gücü, bir anlamda gizli askeri kanadı olduğu göz önünde bulundurulursa, bu tür örgütlerin tarihinin de masonluk tarihiyle paralel durumda olduğu sonucu ortaya çıkar. Masonluk, tarihteki çeşitli operasyonlarında da, örgütleyip finanse ettiği sokak gücü niteliğindeki grupları kullanmıştır.

Kontrgerilla, masonluğun klasik sokak gücünün yalnızca yeni bir ismidir. Bu görünmeyen masonik ordunun prensipleri de masonlukla paraleldir; sır verilmez, toplantılar gizlidir. Masonların mason olduklarını gizleyişleri gibi, kontrgerilla üyeleri de kendilerini gizlerler. Birbirlerini gizli parola ve gizli masonik işaretlerle tanırlar.

Masonluğun kullandığı tarihteki kontrgerilla benzeri örgütler oldukça ilginçtir. Bu örgütler, Fransız İhtilaline kadar uzanmaktadır.

Fransız İhtilalinin lider kadrosunu oluşturan ve hemen hepsi mason olan Jakobenler, aynı zamanda bir tür kontrgerilla örgütünün lideriydiler. Jakobenler, Sans Culotte'lara ve daha sonra da Kırmızı Boneliler adı verilen kiralık sokak serserilerine terör eylemleri düzenletiyorlardı. Aynı şekilde, Bolşevik Devrimi'ni düzenleyen ya da Hitler'i iktidara getiren, ünlü "fail-i meçhul" Reichteig yangınını çıkartanlar da kontrgerilla karakterindeki örgütlerdi. Hitler döneminde, SA ve SS olarak şekillenen bu örgüt toplantılarını Thule Locası adı verilen mason locasında yapmaktaydı. İllümine masonluk, yani ihtilalci masonluk, Jakobenler ile Fransız ihtilalinde, Thule Locası ile Almanya'da, P2 ile İtalya'da kendini göstermiştir.

İtalya'da 19. asrın başlarında ortaya çıkan Carbonari Cemiyeti de İllüminizm ile bağlantılıydı. Esas amacı kiliseyi yıkmak ve din aleyhtarı bir düzen kurmaktı. Milano, Londra ve Berlin'de bulunan bazı Yahudi bankacılardan büyük mali destek gördü. Bilinebilen en üst teşekkülü "Haute Vente" idi. Bu 40 kişilik bir heyetti ve bu heyete Volpe, Piccolo, Tigre, Clauss gibi birçok Yahudi dahildi. Carbonari Cemiyetinin uzantıları bugün de faaliyet halindedir. Asıl amaç yapılacak provokasyonlarla halkı kiliseden soğutmak, kilise düşmanlığını laiklik olarak göstererek halkı kutuplara ayırmaktır. Günümüzde İtalya'daki Brendizi Locası Masonluk-Kontrgerilla bağlantısının en açık örneklerinden biridir. Brendizi Locası, Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki üst düzey kontrgerilla yapısındaki örgütlerin buluşma yeridir.


SIRP TERÖRÜNÜN ARDINDAKİ ÇETNİK-KONTRAGERİLLA ÖRGÜTLENMESİ

Kontrgerilla Yugoslavya'da da faaliyettedir. Çetnik Kontrgerilla grupları, Bosna-Hersek'teki katliamın mimarıdırlar. Katliamı gerçekleştiren gerçekte Sırp halkı değil, mason liderlerin örgütlediği Çetnik Örgütüdür.

Kosova'yı Arnavutlar'dan "temizlemek" ve bölgeyi "Büyük Sırbistan"'ın bir parçası yapmaya çalışan Arkan adı ile tanınan Zelijka Raznjatoviç"in başında bulunduğu terör şebekesinin adı da "Kurtlar"dır.105

Gladio benzeri bu 10.000 kişilik Çetnik milisleri müslüman halkı katleder.

Çetnikler masonluğun kurduğu bir ordudur. Çetnik çetelerini ilk kez bir araya getirip örgütleyen kişi mason "Kasap" Mihailoviç, bugünkü liderleri de yine bir mason olan Miloseviç'tir. Dünyadaki belli başlı Kontra-gerilla/paradox-militer örgütlerinin arasında Sırbistan'daki Çetnikler'in bulunduğu iddia edilmektedir.106

Çetnik'ler hakkındaki daha detaylı bilgiler için bkz. Harun Yahya'nın, 'Gizli El' Bosna'da: Sırpların Arkasındaki Anti-İslami Enternasyonal'in Bilinmeyen Hikayesi, İstanbul: Global Yayıncılık, Mart 1997.

HİTLER'İN KURDUĞU KONTRAGERİLLA GRUPLARI: SA ve SS

Hitler, Alman kontrgerillasının kurucusuydu. Kurduğu SA ve SS grupları tipik kontrgerilla örgütleriydi. Yeni Dünya Düzeni adlı çalışmasında Halid Özkul şu bilgileri vermektedir:

SA'lar 1921de Hitler'in Muhafız Birliği olarak doğdu. Örgütsel dayanağı Nazi hareketine katılmış serserilerdi.107 Sokak eşkiyaları, eski katiller, işsiz, güçsüz kişilerin oluşturduğu bir örgüt olan SA'lar, rakip partilerin toplantılarını basıyor, Hitler'in fedailiğini yapıyorlardı.108 SA'ların yöntemi de tüm faşist örgütlerde olduğu gibi terör ve işkence olmuştur. "Berlin'de SA'ya ait bir köşkte işkence odaları bulunuyordu. İtiraf ettirmek için burada akla gelebilecek her türlü işkence yapılıyordu.109

Faşist-Siyonist lider Jabotinsky'nin kurduğu kontrgerilla grubu Kahverengi Gömlekliler'den esinlenen Hitler, SA'ları kurdu. SA'ların başında ise Yahudi Pfeffer Von Solomon bulunmaktaydı.

Hitler 1925 yılında kendi koruması için SS adı verilen daha organize bir birlik oluşturdu. Diğer bir Kontrgerilla grubu olan SS'ler daha çok orduya yönelikti. Bunların rolü çok farklıydı. Herhangi bir SS subayı Alman generalinden daha yukarıda yer almaktaydı. Devlet içinde devlet yapısı gösteren Hitler'in çok özel ordusu SS'lerin başında ünlü faşist Himmler bulunuyordu. Gestapo ise tipik bir istihbarat teşkilatıydı. Rejim aleyhtarlarını saptıyordu. Gestapo'nun başında Heidrich bulunmaktaydı.

Kontrgerilla yapısının zengin örneğini Gestapo örgütlenmesinde görmek mümkündür. Örgütün kuruluş şemasında "Cinayet Bölümü"ne de rastlıyoruz. Görülüyor ki Naziler kendilerine karşı olanları öldürmek için devlet içinde cinayet işlemekle görevli birimler oluşturmuşlardır.

Gestapo'nun etkin kişilerinden biri olan Heidrich, 1921'de kurduğu derneğin üyelerini vatansever olarak niteliyordu. Bugün Heidrich'in portresi bilinmektedir. Daha sonra istihbarat yapmak için fahişe olarak kullanılan kızların da vatansever olduğu iddia edildi.

Gestapo'yu Nazizm'den soyutlayarak incelediğinizde, onun dünyanın en organize istihbarat örgütü olduğunu anlayabilirsiniz. Bu gerçeğin ilk kez farkına varan ABD'liler, II. Dünya Savaşı'ndan sonra OSS simgeli istihbarat örgütlerini CIA'ya dönüştürdüler. Bunu yaparken de, Gestapo örneğinden ve işbirlikçi Alman istihbaratçılarından geniş ölçüde yararlandılar. CIA şeması içinde, Kirli İşler (Dirty Action) Bölümü, doğrudan ya da işbirliği halindeki ülkelerin yerli istihbarat örgütlerini kullanarak, bugüne kadar sayısız cinayet işlemiştir.110

Alman Nazizmi ile İtalyan Faşizmi ve onların istihbarat örgütlerine (özellikle Gestapo) baktığımızda bunlarda cinayet işleme birimleri bulunduğunu görüyoruz. CIA, II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş ve Gestapo deneyimlerinden büyük ölçüde etkilenmiş bir istihbarat örgütü. CIA içinde Kirli İşler Bölümü ve onunla işbirliği halinde bulunan istihbarat örgütleri 40 yıldan bu yana cinayet işleyerek, 3 milyon kişiyi öldürmüş, 54 milyon kişiyi sakat bırakmıştır.

II. Dünya savaşından sonra örgütlenen İtalyan faşist grubu Osoppo da zamanında düşmanlara karşı 10.000 kişilik gücüyle devletin yanında olduğunu açıklamıştı.

Kontrgerillanın tüm özellikleri Hitler'in SS ve SA'larında toplanmıştı. Psikopat komutanların yönlendirdiği sokak eşkiyaları ve katiller vatansever, milliyetçi kisvesi altında her türlü işkenceyi, katliamı yapıyorlardı.

Gladio ve FAŞİST ÖRGÜTLER İÇİÇE

Özellikle Avrupa'da son yıllarda tırmanış gösteren ırkçı-faşist hareketlenmelerin ardında Gladio olarak da bilinen NATO'nun gizli yeraltı örgütlenmesinin bulunduğu belirlendi. Gladio'nun Avrupa'nın belli başlı ırkçı-faşist örgütlerin liderleri ve ABD kökenli Ku Klux Klan temsilcileri ile belli aralıklarla toplanarak strateji ve eylem planı belirledikleri İtalya'nın ünlü gazetelerinden Corriera Della Serra ve La Repubblica'da yayınlandı. İtalya'nın Verona kentinde Gladio'yla toplantı yaptıkları saptanan Faşist örgüt temsilcileri Gladio'nun belirlediği eylem stratejisi doğrultusunda hareket ediyorlardı.

Sardinya'da bulunan Capo Marragiu'daki eğitim kampları, Gladio'nun neferlerinin eğitildiği tam teçhizatlı bir terörizm okuluydu. Bu kampta eğitim gören Gladyatörler arasında sade İtalyan vatandaşları da bulunuyordu. Bunlardan bir kısmı Gladio'nun çekirdek kadrosunda da görev yaptılar. Bu kişiler İtalya'da 1960'lardan 80'lere değin büyük bir kitlesel hareket olan İtalyan neo-faşistleriydi.111

İtalya'yı kasıp kavuran neo-faşist terörün gerisinden bütün haşmetiyle İtalyan kontrgerillası Gladio çıkıverdi. Baş Kontrgerillacının ise İtalya Cumhurbaşkanı Cossiga'dan başkası olmadığı herkesin bildiği bir "sır" artık. Belçika Kontrgerillasını keşfetti, Fransa geri kalmadı ve gerisi çorap söküğü gibi geldi.112

II. Dünya Savaşı sonrasında ABD kontrgerillayı örgütlemiş, bu düşünceyi tüm ülkelere ihraç etmiş ve bu amaçla neo-Nazi ve neo-faşist partileri CIA dolarları ile beslemiş, çıkarına ters gelen parti, örgüt ve kişileri bu kiralık maşaları kullanarak etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Fransa'da yayımlanan ve Patrice Chairoff tarafından kaleme alınan yapıtta, Avrupa faşist partilerinin CIA'dan önemli ölçüde yardım aldığı açıklanmıştır.113 Neo-Nazi ve neo-faşist örgütlenmeler tüm dünyada o günden bu yana ABD istihbarat örgütlerince finanse edildi ve ölüm mangaları oluşturuldu. Siyasi cinayetleri aydınlatmak isteyenler bu zincirleri kırıp, perdenin arkasına bakmalıdırlar.114

Uluslararası terörizmin ve devlet terörünün vurucu gücü olanı ölüm mangaları, Alman Nazizmi'nden günümüze kadar uzanmaktadır. Ölüm mangaları'nın simgesi, aynı zamanda onların işlevini açığa vurur: Arjantin, Brezilya, Uruguay, Paraguay, İspanya'da koşullandırılmış ve dolarla beslenen aşırı sağcı militanlar, kurdukları partiler ve bürokrasideki yandaşları ölüm saçıyorlar, terör estiriyorlar.

El Salvador, Tayvan, neo-Nazi generallerin yönetimi altında bulunan Arjantin ve Honduras'da ABD'nin vekili durumunda olan devletlerdi ve bu devletlerin yönetimi ile Washington hemen her konuda mutlak manada bir mutabakat içerisinde hareket etmekteydiler.115

Gladio Sendromu ve Beklenen Karşi Çözüm

Mossad'ın ve masonların, kontrgerilla sistemini kurmaları ve ayakta tutmaları, bu sisteme uygun yapıdaki insanların bolca bulunabilmesinden kaynaklanmaktadır. Şiddeti bir zevk ve şeref göstergesi haline getirmiş, kabadayı karakterine sahip, güce tapan, haklının değil güçlünün yanında olan faşist grup ve kişiler bulunduğu sürece, Mossad kendine maşa bulmakta zorluk çekmeyecek gibi gözükmektedir.

Bu şiddete dayalı faşist kültürün yaşatılması ise, söz konusu güçlerin üzerinde özellikle durduğu bir konudur. Irkçılığı, şiddeti, savaşçılığı yücelten, güzel ahlakı, sevgiyi, barış ve huzuru ise aşağılayan bu faşist düşünce yapısının yayılması için şimdiye dek çalışmış olan ideologların hemen hepsinin Yahudi ya da mason olması elbette bir tesadüf değildir. Bu ideoloji, özellikle hedef olarak seçilen toplumlarda canlı tutulmaktadır. İslam Dünyası'nda söz konusu felsefenin oldukça yaygın olmasının nedeni de bu yönde yapılan uzun provokasyonlardır. Özellikle 20. yüzyılda İslam Dünyası'nda körüklenmiştir bu düşünce yapısı. Arap ülkelerinde Yahudilerin kurduğu Baas Partisi, Türkiye'de Mois Kohen'ler ve benzerleri, güce tapınmanın felsefesini yapanlardır.

Bugün de bütün dünyaya filmler, romanlar, resimli romanlar aracılığıyla söz konusu faşist düşünce yapısı, tarih kültürü, milli kültür, askeri ahlak vs. isimler adı altında enjekte edilmektedir. Bu propaganda ile, lümpen, kan dökücü kabadayı karakteri "gözü pek, bileği ve yüreği güçlü" gibi tanımlamalar altında kendine meşruiyet zemini bulur.

Önce sahte bir haksızlık ortamı yaratmak, sonra saldırmak... Sonra halkı kendini savunmaya mecbur edip, sonra tekrar saldırmak Kontrgerillanın en önemli taktiğidir.

Ancak bu sistemin ortadan kaldırılmasıyla, mutlak barış ve huzur çağı oluşabilir. Dünya üzerindeki bu cinayet şebekesinin çözülmesi gerçek huzuru meydana getirebilir. Bu durumdan sonra, artık silahlanma ve savaş sanayine, teröre ve ondan korunmaya yönelik resmi organizasyonlara ayrılan para, refaha, eğitime, beslenmeye, barınmaya, giyime, sanata, çevre düzenlemelerine ve her türlü güzelliğe, iyiliğe ve mutluluğa harcanabilir.

Mossad'dan Kontrgerillaya uzanan zincirin ortadan kalkması ise çok güçlü bir sistem gerektirmektedir. Hükümetler ve hükümet başkanları, kontrgerilladan şiddetle çekinmektedirler. Kontrgerilla bir anlamda devlet içinde devlet konumundadır. Kontrgerillayı ortadan kaldırabilmek için, bir hükümetin gücünü, fikrini ancak son derece sağlam bir düşünce yapısından alması gerekir. Şiddete, gurura, nefrete dayalı olan bu sisteme karşı beklenen karşı çözümün tamamen bu yapının dışında olması, sevgiye, adalete, fedakarlığa, alçakgönüllülüğe, merhamete dayalı olması gereklidir. Bunların dışında yapay çözümlere, geçici tedbirlere sarılmak sonuç vermemektedir. Mossad-CIA-Masonluk-Kontrgerilla zincirinin kendisine en büyük hedef olarak İslam'ı seçmiş olması durumu yeterince açıklamıyor mu?

Mossad-CIA-Masonluk-Gladio ZİNCİRİNİN SON HEDEFİ: İSLAM

Bosna-Hersek, Afganistan, Cezayir, Tacikistan, Somali, Abhazya, Karabağ'da katledilen Müslümanlar ABD'nin Yeni Dünya Düzeni'nde Müslümanların durumunu ortaya koymaktadır. Anti-Komünist maskesi düşen ABD, gerçek düşmanının İslam olduğunu artık gizlememektedir. Bu düşüncenin öncülüğünün Kissinger ve Brzezinski gibi iki İsrail bağlantılı Yahudi stratejist tarafından yapılması İsrail'in perde arkasındaki rolünü daha iyi açıklar niteliktedir.

Beyaz Saray'daki "Durum Değerlendirme Odasında" Henry Kissinger, Washington Özel Harekat Grubu'nun kritik toplantılarını yapıyordu. Bütün müdahalelerde ABD'nin politikasını Milli Güvenlik Grubu değil Washington Özel Harekat Grubu hazırlıyordu. Fakat bunu Milli Güvenlik Grubu üyeleri oluşturuyordu. Washington Özel Harekat Grubu'nda toplananlar zaman zaman değişiyordu. Fakat üst düzey temsilciler sürekli aynı kalıyordu. Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, CIA, FBI bu gruba bağlıydı." 118

Henry Kissinger'ın Müslüman ülkelere karşı düzenlediği kontra hareketleri de kontrgerillanın asıl hedefinin İslam olduğunu açıklıkla ortaya koymaktadır. 23 Nisan 1987 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki haberden Kontrgerillanın kimlerin emrinde olduğu ve asıl hedefinin ne olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Haber'e göre Washington, Yahudi aleyhtarı sloganlar atılan mitingler dolayısıyla Türk siyasi hayatını yakın takibe almıştır. Türkiye'deki İslami akımların yok edilmesi gerektiğinin belirtildiği ABD deki konferans Klinghofter adlı Yahudi adına kurulan Yahudi Vakfı tarafından düzenlenmiştir. Konferansta konuşmaları ABD Dışişleri Bakanlığı Kontr-Terörizm Dairesini yöneten Paul Bremer, CIA Ortadoğu Uzmanı ve ABD Savunma Bakanı danışmanı Peter Probst yapmıştır.119

Eski ABD başkanlarından Richard Nixon da bir konuşmasında "bazıları SSCB'nin Ortadoğu'da tehlike oluşturduğunu zannediyor, bazıları da asıl tehlikenin Filistinlilerden geldiğini söylüyor. Ben diyorum ki, asıl tehlike, Kuzey Afrika'dan Endonezya'ya kadar bütün İslam dünyasını birleştiren devleti kurmak ve halklarını eski dönemlere götürmek isteyen Müslümanlardır" der.120

Bush'un Başkan Yardımcısı Dan Quayle ise "İslam, Komünizm ve Nazizmden sonra batının yeni düşmanıdır" 121 şeklinde demeciyle asıl hedefin İslam olduğunu açıkça belli eder.

Carter'ın Ulusal Güvenlik danışmanı Brzezinski de "İslam, düşmanlarımızda teşvik edilmeli dostlarımızda bastırılmalıdır" 122 demiştir.

CIA Ortadoğu İstasyon Şeflerinden Türkiye sorumlusu Paul Henze, 19-23 Mart 1986 tarihleri arasında İstanbul'da verdiği "Demokrasi ve Terörizm" adlı konferansta Türkiye için sadece bir şeyi övmüştür. O da bir kısım Türk basınının yıllardır yılmadan, usanmadan yürüttüğü irtica kampanyalarıdır. Paul Henze açıkça şöyle söylemiştir: "Türk basınının İslami akımlara karşı yürüttüğü mücadele Washington'da takdirle karşılanmakta ve teşvik edilmektedir."123

Kissinger'a yakın isimlerden, ABD eski Dışişleri Bakan Alexander Haig'in "Müslüman ülkeler için en büyük tehlikenin İsrail değil, İslam olduğu" şeklinde verdiği garip demeç de, ABD ve İsrail komutasındaki Kontrgerilla'nın İslam karşıtı kullanılacağını anlamak için bir başka örnektir.

Talat Turhan'a göre, AGİK toplantısından önce imzalanan AKKA Antlaşması'nda, antlaşmaya imza koyan tüm ülkeler konvansiyel silahlarda belirli bir oranda indirimi kabul ederken, Mersin Limanı dahil 39. Paralel'in güneyini antlaşma kapsamı dışında bırakmışlardı. Yani Türkiye'nin Güneydoğu bölgesi, başta ABD olmak üzere diğer NATO devletlerine savaş alanı olarak peşkeş çekilmişti. Gerçekte ABD, Körfez Savaşı'nda Türkiye'yi kullanmak ve bu bölgedeki üs ve tesislerden kolaylıkla yararlanmak için, bu bölgeyi savaş alanı ilan etmişti.

Daha da önemlisi gelişen İslami anlayışa karşı bir İslam ülkesini kullanmak, İslam alemi içindeki çelişkileri artırmak için bulunmaz fırsattı. Brzezinski gibi ABD'li stratejistler çoktan İslam'ı düşman ilan etmişlerdi. ABD'nin yeni düşmanı İslam'dı. Peki ABD'nin sadık dost ve müttefiki olan Türkiye nasıl İslam'ın düşmanı olabilirdi? Bu memleketin % 99'u İslam değil miydi? Bunun bir yolunu bulmak lazımdı. Bunun için birkaç kişinin teröre kurban seçilmesinin önemi mi olurdu? Peki böyle bir durumda ülke çapında meydana gelebilecek hoşnutsuzluk ve ayaklanma gibi olaylar olursa ne yapılacaktı? 124

II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Körfez'in ve civarında bulunan petrol zengini bölgelerin mutlak manada kontrol altında bulundurulması, ABD'nin hedeflerinden biri olmuştur. İslami çabaların sonuç verip bölgenin kaynaklarının kontrolünün bölge halkının eline geçmesini mümkün kılarsa, Batı'nın bu bölgede dilediğince at oynatabilmesi imkan harici olacaktır.125

NATO'nun ve çağın terör örgütü Gladio'nun bundan sonra tek hedefinin, en büyük düşmanının ve faaliyet alanının Türk ve İslam Dünyası olacağı kaygılarını taşıyoruz... NATO 'nun bu terör örgütünün esrarı çözülmeden, hiçbir sağlıklı iç ve dış politikanın üretilemeyeceği kanaatini taşıyoruz.126

ABD'nin uygulamaları da "Yeni Düşman"ın İslam olarak seçildiğini göstermektedir.

ABD Başkanı Clinton ülkesinde uzun süredir devam eden Amerika dışında yayın yapan radyoların yayınlarının kesilip kesilmemesi konusunda kararı verdi. Bu istasyonlardan yayın yapan Amerika'nın Sesi ve Hür Avrupa Radyosu şimdiye kadar Bölge halklarını komünizm tehlikesi hakkında bilgilendiriyordu. Ama 1995'e kadar yayınlarına devam edecek olan bu dönemde düşman değişti. Bu yayınların devam etmesinin sebebi ise yeni bir tehditten kaynaklanmaktadır. Bu tehdit "İslam"dır. ABD bölgedeki İslami gelişmeden dolayı kaygılıdır. İslami hareket iki yıl boyunca yükselmeye devam ederse, bölgeye yönelik propaganda yayınları kesilmeyecek, ancak bu kez rakip değişmiş olacaktır.127

İtalyan basını da Türkiye'de büyümekte olan İslam tehlikesine özel bir önem verir. İtalya'nın en büyük gazetelerinden Corriera Della Sera'da Yahudi yazar Arrigo Leve şöyle yazıyordu: "Yazık ki Türkiye'de İslam yeniden uyandı. Avrupalılar uyanın! İslam nedir? Biliyor musunuz? İslam sömürgecilik, baskı, zulüm ve geriliktir. Bundan fazlası İslam Barboros Hayrettin ve Turgut Reis'tir. Bu tehlike zamanında bertaraf edilemeyecek olursa, Avrupa bu günleri çok arayacaktır." Bugün ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya'da basın aynı şeyleri yazmaktadır.128

"Batı Yeni Bir Düşman İcat Ediyor: İslam" başlığı altında Sabah gazetesindeki yazısında Mehmet Ali Birand da hedefin İslam olduğunda hemfikirdir:

Geçen hafta New York'un ünlü Dünya Ticaret Merkezi'ni sarsan bomba olayı, bir süredir için için yaygınlaşan bir inancı, aniden su yüzüne çıkarttı. Amerikan kamuoyunun bakışları ağır ağır aynı konuya dönmeye başladı. Bütün suçlayıcı bakışlar ve parmaklar bir sorumlu gösteriyordu: İslam.

Aslında sorumlu sandalyesine oturtulmaya hazırlanılan, tek başına İslam değil, daha çok "köktenci İslam" hedefleniyor ancak, bir süre sonra bütün bu kavramlar birbirine karışacak ve Müslümanlık bir cephe durumuna sokulacak... Eğer gelişmeler kontrol altına alınamazsa, ilerde Hıristiyan-Müslüman çatışmalarına kadar gidebilecek bir sürtüşmeye kayabilecek.

İşte en büyük tehlike bu... Batı, Sovyetler Birliği'nin dağılışından bu yana kendine yeni bir düşman arıyor. Komünizm son derece yararlıydı. Tek başına, değişik ideoloji, değişik din veya renkteki insanı kolaylıkla birleştirebiliyordu. "Komünizm geliverir" dendi mi, herkes anlaşmazlıklarını içine atar ve ortak bir hedefe doğru birleşirlerdi. Şimdi komünizm tehlikesi bitince adeta düşmansız kalındı. Yeni bir düşman, yeni bir cepheleşme aranır oldu. Galiba cepheleşme hızlanıyor. Hiç değilse, yavaş yavaş siperler kazılıyor ve bir savaşın tohumları atılıyor.129

3 Kasım 1990 tarihli National Journal gazetesi yazarı Rochelle Stanfield "İslam'ın, dünyanın bir çok bölgesinde sıçrama yaptığını" belirterek, ABD'nin bundan endişe duyduğunu açıklıyordu. Yunanistan Savunma Bakanı Yanis Varviçyotis, Portekiz, İtalya ve Fransa'ya İslam'a karşı Akdeniz Paktı kurmayı teklif etmesi de yine bu döneme rastlıyordu...

Sunday Times'da 8 Haziran 1990 günü yayınlanan bir makale "Fundementalist Menace" başlığını taşıyor ve yazıda Batı için Varşova Paktı'nın artık bir tehdit değil, buna karşılık İslam'ın tehlike olduğu ele alınıyordu. Batı ve Sovyetler Birliği'nin, Kuzey Afrika'nın Akdeniz sahillerinden Sovyetlerdeki bazı cumhuriyetleri de içine alacak şekilde Orta Asya yoluyla Çin'e kadar uzanan bir İslam dalgasına kendilerini hazırlamaları gerektiği belirtilen yazı "Batı, nasıl komünizmi durdurmayı öğrendiyse İslam dalgasını kırmayı da öğrenmek zorunda" 130 sözleriyle sonuçlanıyordu.

Varşova Paktı ve COMECON kendini feshetti, fakat NATO hala ayakta... Yanına Batı Avrupa Birliği'ni de (BAB) alan NATO yeni bir düşmana karşı mevzilenmektedir. Bu yeni düşmanın adını Batı Dünyası'nın önemli liderlerinden biri olan Margaret Thatcher bir NATO zirvesinde açıkça İslam olarak verir. O zamandan beri, yanına Sovyetler Birliği ve uydularını da müttefik olarak almış Batı'nın gözü İslam Dünyası üzerindedir.

NATO üyesi parlamenterlerin katıldığı 21-24 Mayıs 1993 tarihleri arasında yapılan KAA (Kuzey Atlantik Asamblesi) yıllık olağan toplantısında "Yugoslavya" ve "İslam'ın Yükselişi" konularına ağırlık verilmiştir. İspanyol parlamenter Augosta Borderas tarafından hazırlanan "Kuzey Afrika'da İslamın Tırmanışı" başlıklı raporda, Batı'nın İslami hareketlere baskı yapan hükümetlere destek verdiği belirtilir. Raporda ayrıca Tunus Devlet Başkanı Ben Ali'nin çoğulcu demokrasiye geçeceği yolundaki sözlerinden cayınca Batının tepki göstermemesinden, Cezayir'de demokrasiye geçiş askerler tarafından engellenince Avrupa'dan hiç itiraz gelmemesinden, Cezayir'in eleştiri yerine Batı bankalarından kredi almasından, İslami muhalefeti acımasızca susturan Fas yönetiminin Batı'nın Kuzey Afrika'daki en sadık müttefiki olmasından bahsedilir. NATO üyesi ülkelerin İslami yönetimler yerine darbeci rejimleri tercih ettiğine dikkat çekilen raporda, bu tutumun bazı gruplar tarafından "iki yüzlü" olarak sıfatlandırıldığı belirtilmiştir131

NATO toplantısında da ele alındığı gibi İslam'ın yükselişi ve Kuzey Afrika'daki İslami patlama Batının bu bölgeleri hedef alanlar olarak saptamasına sebeb olmuştur. Katliamlar, darbeler, fail-i meçhul cinayetlerin ardı arkasının kesilmediği bu bölgelerdeki piyon liderlere Batı her türlü desteği sağlamıştır.

İspanya eski Dışişleri Bakanı Fernando Moran bir konuşmasında "Avrupa'nın en büyük problemi, Kuzey Afrika ülkelerinde İslam'ın ortaya çıkmasıdır. Eğer bu İslami gruplar başarıya ulaşırlarsa, Avrupa için son derece önemli olan bu bölgede denge değişecektir" demiştir.132133Cezayir'de İslami bir hükümet kurulması durumu, Kuzey Afrika'daki İslam korkusunu körükler. Tunus Başbakanı Ben Ali, FIS'in başarısından telaşa kapılır. Tunus'un İslami partisi Al-Nahda baskı altında ve otoriteler tarafından terörist hareket olarak tanımlanır. Tunus Başbakanı ise, Muhammed Budiaf'ı ilk tebrik edenlerden biridir. İslami hareket barışçı yollarla iktidarı ele geçirmeye kalkınca, Cezayir seçimlerinde olduğu gibi, baskıyla karşılaşır ve ABD de buna karşı çıkmaz.

Amerikan Milli Eğitim Dernekleri Federasyonu'nun kapanış konuşmasında Afrika'nın 21. asrın kıtası olduğu belirtilmiştir. Buna göre dünya medeniyeti Afrika'nın şekillenmesine bağlıdır. Çünkü burası bakir bir kıtadır. Ona hakim olan dünyaya hakim olacaktır. Burada Batı medeniyeti için iki tehlike vardır. Biri komünizm, diğeri İslamiyettir. Fakat anlaşılan İslamiyet komünizmden daha tehlikelidir. Zira komünizm başarılı olsa bile maddi imkanlarla onu bertaraf etmek mümkündür. Fakat İslam Afrika'ya girerse, bu kıta Batı medeniyeti için ilelebet kaybolacaktır.134

Yeni Dünya Düzeninin Kuzey-Güney çatışması olarak sunduğu kontrgerilla örgütlenmelerinin, tamamen İslam'ı hedef alacak şekilde düzenlendiği görülmektedir. AGİK ve BM'de bu sürecin gerçekleşmesi için önemli yapı taşı görevi üstlenmişlerdir. Sosyalist Blok'un da Brzezinski'nin katkılarıyla NATO çerçevesinde örgütlenmesi de bunun en çarpıcı göstergesidir.

Günümüzün Yeni Dünya Düzeni yutturmacası ve abartılmış Kuzey-Güney çelişkisi olgusu, temelinde formüle edilen hafif ve orta yoğunlukta çatışma doktrinleri, petrol üreticisi İslam ülkeleri başta olmak üzere, hammadde kaynaklarına sahip üçüncü dünya ülkelerindeki her türden karşı çıkışı ve karşı koyuşu bastırmayı hedeflemektedir. 1990 yılında AKKA Anlaşması gereğince 39. Paralelin güneyi ve ek olarak da Mersin Limanı, hem konvansiyonel hem de paramiliter güçler açısından indirim kapsamı dışında tutulmuştur. Eski NATO stratejisine hakim olan "kuzeyden gelen tehdit" olgusunun, yeni NATO stratejisine göre "güneyden gelen tehdit" olgusuna dönüştürülmesi suretiyle, özel savaş örgütlenmesinin de stratejik gerekçesi böylece hazırlanmış olur.135

AGİK ve Yeni Dünya Düzeni sürecinde, bir yandan BM Örgütü ABD'nin dümen suyuna sokulmakta, bir yandan da bu örgütlenme tarzı eski "Sosyalist Blok" ülkelerine taşınmaktadır. Polonya'daki oluşumun gerçekleştirilmesinde, Papa'nın ve ABD'de Başkanlık Danışmanı olarak görevli Brzezinski'nin (Polonya asıllı Yahudi) oynadığı rol bilinmektedir. Eski sosyalist ülkelerin düşürülmesinde, lider olarak seçilen kişilerin, çoğunlukla, mason olmaları da bir raslantı değildir.

19 Mart 1993 tarihli Hürriyet gazetesi "Füzelerin Tayini Çıkıyor" başlıklı haberinde Amerikalı strateji uzmanlarının uzun menzilli füzelere Rusya'dan sonra yeni hedefler aradığını belirtmiştir. Bu hedeflerinde öncelikle Üçüncü Dünya ülkeleri olduğu söylenmektedir.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı ve ABD'nin eski NATO Büyükelçisi David Abshire, eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Hurt ve AKKA görüşmelerinde ABD heyetini temsil eden Büyükelçi James Woolsey tarafından hazırlanan bir raporda, NATO'nun "geleneksel görev alanı dışına müdahale için Fas'tan Arap Yarımadası'na ve Türkiye üzerinden Orta Asya'ya uzanan coğrafyayı dikkatle gözlemesi gerektiği" kaydedilir. Büyükelçi Woolsey, AA muhabirinin sorusuna karşılık, "NATO'nun bundan sonra karşılaşacağı tehdit Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dır. NATO'nun bu bölge için hazırlık planları yapma zamanı gelmiştir" 136 der.

BM'de uzun zamandır çalışmış yetkililer, Clinton'ın CIA'nın başına James Woolsey'i getirmesini, İsrail'in Bush ve Reagan dönemindeki etkisini ve gücünü yitirmediğine dair bir sinyal olarak yorumlamışlardı. Woolsey daha önce Henry Kissinger'ın Milli Güvenlik Danışmanı olarak çalışmıştı. Woolsey'i Mossad'ın değerli bir varlığı olarak tanımlayan Ortadoğu diplomatları, Woolsey'in bu göreve getirilmesi karşısında şaşkınlıklarını gizlemediler. BM'deki İsveçli yetkililerden Dr. Waldemar Hen "Woolsey, yeni bir nesli temsil ediyor. Bu nesil İsrail'le bağlantısını gizlemeye gerek duymuyor" demek ihtiyacını hissetmiştir.

Woolsey 1973'de CSIA'e (Center For Strategic and International Affairs) katılır. Bu kurum İsrailli stratejistler Edward Luttwak, Micheal Ledeen ve Walter Laqueur tarafından yönetilen Washington'un gizli düşünce bankasıdır. Körfez Savaşı'nın ABD'li uzmanlarından biri "Woolsey, CSIA'de ABD-İsrail askeri kuvvetlerini İslami düşünceyi taşıyan milletlerle savaştıran savaşlar planlayanlardandı" der. Ve sözlerine şöyle devam eder: "Bu planlar Reagan ve Bush hükümetlerinin İslam karşıtı politikalarını oluşturdu ve Irak'a karşı barbarca yapılan bombardımana sebep oldu."

Woolsey ayrıca Jewish Institute For National Security Service'de çalışmıştır. İran-Kontra skandalında bu düzenin İsrail bağlantılarına adı karışmıştır.

Bir Kongre üyesinin iddiasına göre Woolsey, Mossad'a çok iyi hizmet vermiştir. Kongre üyesi Woolsey'in Amerika'nın sırlarını dürüstçe saklayabilecek biri olup olmadığını sorgulamaktadır.137

Woolsey'in Ağustos ayında haber verdiği Somali müdahalesinin arkasındaki gerçeği 13 Aralık 1992 tarihli 2000'e Doğru dergisi şöyle anlatır:

Kızıldeniz'in girişinde yer alan Somali bu konumuyla Ortadoğu'nun güney kapısı özelliğini taşıyor. ABD kuzeyde Kahire'den güneyde Mombasa'ya kadar bölgede İslam'ın güçlendiği tesbitini yapıyor. Sudan'daki İslamcı yönetime özel bir dikkat gösteriyor. Somali ve Somaliland'da İslam'ın güçlendiği belirtiliyor.138

İslam'ın güçlendiği diğer bir ülke olan Pakistan'a karşı da tavır alınmaya başlanmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı son zamanlarda Pakistan'ı terörist ülkeler listesine dahil etmeye çalışmaktadır. Washington'daki Yahudi Lobisi bu faaliyeti takip etmektedir. Bu lobide başı çeken kişi Senatör Stephen Solarz'dır. Washington, Pakistan'da etnik kargaşayı kışkırtmak istemektedir.139

Kuzey Afrika'da, Cezayir'de İslam'a karşı düzenlenen kontra darbe İslami rejimlerin bu bölgede başa gelmesine izin verilmeyeceğinin göstergesi olmuştur. Hindistan'da Sihlerin, Sri Lanka'da Tamil gerillalarının, Güney Afrika'da ırkçı rejimin yaptığı müslüman katliamının nedenleri, bu grupların Mossad tarafından eğitildiği de gözönüne alınırsa daha anlaşılır hale gelir.

Diğer bütün Afrika ülkelerinde olduğu gibi İsrail, G. Afrika'ya da askeri danışmanlar, tarım uzmanları yada diplomat görüntüsü altında Mossad ajanlarını yerleştirmiştir. İsrail'i ve onun ırkçılığını örnek alan G. Afrika hükümeti de buna ses çıkartmaz, hatta sevinçle karşılar. G. Afrika polisiyle işbirliği yapan İsrail ajanları buradaki güvenlik kuvvetlerine Mossad'ın uyguladığı taktikleri öğretirler. Mossad, Kral Hasan için de özel bir güvenlik servisi kurmuştur. Bu ekip Fas'lı Yahudilerden oluşuyordu ve bunlar Mossad uzmanlarınca özel olarak eğitilip teçhizatlandırılıyordu. Ayrıca Fas casusluk servislerinin kuruluşuna da yardım ediyorlardı.

Somali, Sudan, Fas, Tunus, Yemen, Hindistan ve Etiyopya'daki gelişmeleri izlemeye devam edelim.

....Kafkaslar'da Yahudi asılla Gürcü lideri Eduard Schwardnadze yönetimindeki Gürcüler Müslüman Abhaz halkına katliam uyguladılar....

...Yine Kafkaslar'da Leon Ter Petrosyan'ın Ermenistan'ı Azerbaycan'ı kan gölüne çevirdi. Dünya bu katliama seyirci kaldı...

...Bosna-Hersek'te İsrail destekli Çetnikler etnik temizlik uyguladılar. BM ve AGİK yutturmacalarıyla yüzbinlerce müslüman Avrupa'nın ortasında göz göre göre katledildi...

...NATO kararlılık tatbikatı sırasında Türk Muavenet gemisi ABD gemisi Saratoga tarafından kasten vurularak 5 Türk askeri şehit edildi...

...Somali'de ABD'nin Yeşil Berelileri'ne (Özel Harekat Timi) ait uçak kahvaltı yapmakta olan Türk askerlerinin yanından kasıtlı olarak ani bir manevra yaparak askerlerimize ölüm tehlikesi yaşattı. Albayımız olayda kasıt olduğunu söyledi...

...İsrail bu arada 415 Filistinliyi sürgün etti. Sürgün edilen Filistinlilerin 17'si profesör, 88 tanesi ise üniversite öğrencisi...

...Mossad destekli Kontrgerilla Cezayir'de darbe yaptı. Seçimle iktidara gelen Müslümanlar dünya kamuoyunun alkışları arasında katledildi...

... Çekiç Güç askerleri kaymakamımızı tokatladı. Çekiç Güç kendilerine gösterilen bütün tepkilere rağmen bölgeden ısrarla ayrılmadı. Üstüne üstlük İncirlik'ten kalkan uçaklar Irak'taki sivil müslüman halkı vurdu...

...Daha önce Deniz Baykal ile görüşen Bosna-Hersek Başkan Yardımcısı Hakkı Turayliç Bosna'da Türk yetkilileriyle görüştükten hemen sonra BM aracıyla kente dönerken 40 Sırp milisi (Çetnik) tarafından durduruldu. Sırplar Turayliç'i araçtan indirerek kurşuna dizdiler. Turayliç'in cesedinin daha sonra Saraybosna'daki BM karargahının önüne getirilerek öylece bırakıldığı bildirildi. Yetkililer olayın Türkiye'ye karşı bir hareket olduğunu belirttiler...

...Batı Trakya Bölgesi'nde yaşayan Müslüman Türk azınlığın dini özgürlüğünü yargılamaya kalkışan Yunanistan, gerginliğin artması üzerine mahkemeyi 27 Haziran 1994'e erteledi. Sadık Ahmet trafik kazası süsü verilerek öldürüldü. Müftü Mehmet Emin Aga tutuklandı.

...ABD Sudan'a cephe açtı. New York Ticaret Merkezi'ndeki patlamanın faturası müslümanlara kesildi. Hindistan'da uluslararası komplo eseri patlamalardan sonra, Hindu-Müslüman çatışması binlerce kişinin ölümüne neden oldu.

...Çeçenistan Devlet Başkanı Cahar Dudayev Mossad destekli bir operasyonla cep telefonu kullanarak öldürüldü...

...Doğu Türkistan'ın Sincan eyaletinde müslümanlara karşı yapılan zulüm had safhaya vardı...

Türkiye'nin ve İslam'ın bölge üzerindeki Stratejik yönelişini engellemek isteyen ülkelerin taktik hesapları İzlenim dergisinde şöyle anlatılmaktadır:

Bu stratejik (İslami) yönelişi engellemek isteyen sistemik unsurlar birbirleriyle ilintili üç ayrı taktiği devreye sokmak istemektedirler. Birincisi Adriyatik'ten Çin'e, Fas'dan Pasifik adalarına kadar uzanan stratejik etki alanındaki İslam karşıtı unsurlar arasında ortak bir menfaat alanı oluşturmaktır. Bu coğrafya içindeki sistemik unsurlar harekete geçirilmhştir. Bu açıdan Sırbistan, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Ermenistan, Gürcistan, Hindistan ve Singapur arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması dikkatle izlenmesi gereken bir olgudur. Yunanistan'ın Sırbistan'a birleşme tekliflerine kadar varan açık desteği, İsrail'in Hindistan ve eski Yugoslav cumhuriyetlerindeki etnik temizlik hareketlerine sağladığı lojistik ve istihbarat desteği, Türkiye'deki Yahudi Lobisi'nin Ermenistan ile ilişkileri arttırmak için gösterdiği yoğun çaba, Amerikan yetkililerinin Orta Asya'daki muhtemel İslami uyanışa karşı Hindistan ile işbirliği çabalarını arttırma teşebbüsleri, İsrail ile Singapur arasında gittikçe yoğunlaşan ilişkiler bu açıdan tutarlı ve anlamlı gelişmelerdir....

Davudoğlu'nun sözünü ettiği İsrail-Singapur ilişkisi ile ilgili bir bilgiyi hemen verelim:

Singapur Mossad'ın Asya'daki operasyonlarında karargah görevi gördü. Mossad'ın Singapur'daki istasyon şefi Albay Ben Eliezer'di. Ben Eliezer ve ajanları Singapur ordu ve gizli polisine danışmanlık yapıp, eğitim verdiler ve hatta onları silahlandırdılar.140

İzlenim'den yaptığımız alıntıya devam ediyoruz:

...Türkiye'nin Bosna'daki muhtemel NATO Barış gücüne, asker vermesini, ortak din bağı dolayısıyla reddeden Batı ülkelerinin Sırbistan'ın Bosna'da uyguladığı etnik temizlik taktiklerini Keşmir'de uygulayan Hindistan'ın askeri yetkilisini eski Yugoslav Cumhuriyetlerindeki barış gücü komutanı olarak tayin etmesi son derece ilginçtir. Hala sistemik unsurların dışında kabul edilen Çin'in dahi İsrail ile ilişkilerini normalleştirme sürecini başlatması ile Doğu Türkistan'daki baskılarını arttırmasının aynı döneme rastlaması da dikkat çekicidir.


Rand Corporation analisti ve "ılımlı İslam" projesinin mimarı Graham Fuller

Son günlerde Rand Corporation tarafından yapılan senaryo çalışmalarında Türkiye'ye Irak ve Suriye'den yönelecek askeri tehdidin ele alınması, bu senaryonun Türk basınınca hemen manşetlere yerleştirilmesi tesadüfi değildir. Balkanlar ve Kafkasya'da yoğunlaşmaya başlayan Türkiye'nin dikkatleri Güneye çekilmek istenmektedir. Faili meçhul cinayetlerin hemen akabinde Türkiye-İran ilişkilerinin gerginleşmesi ve bu konuda İsrail ile kurulan ilgi de önemli ele alınması gereken bir olaydır. Şu anda Türkiye'nin, sakin sınırı görünümündeki İran hattı da gerginleştirilmek istenmektedir. Hele hele bu olayların Türkiye'nin Bosna konusunda ilk defa aktif bir tavır alma sürecine girdiği ve bu noktada Pakistan, Malezya ve İran gibi Bosna'ya destek yanlısı ülkelerle yakınlaştığı bir döneme rastlaması kesinlikle bir tesadüf olamaz.

Üçüncü olarak bu stratejik hatta etkin rol oynayabilecek ülkeler, siyasi istikrarsızlığa sürüklenmek istenmektedir. Cezayir'deki anti-demokratik baskı yönetiminin kurularak halk ile yönetim arasındaki bir meşruiyet uçurumu oluşturulması, Irak'ın bir bölünmenin eşiğine getirilmesi, Mısır'da iç gerginliğin tırmandırılması, Türkiye'de batı-doğu, Türk-Kürt kutuplaşmasından sonra faili meçhul cinayetler yoluyla ortaya çıkan yeni kutuplaşmalarla sistemik koalisyonun muhtemel bir tıkanması halinde olağanüstü bir döneme geçirilmeye çalışılması, Pakistan'da belli dönemlerde yoğunluk kazanan iç çekişmeler, bu hat üzerinde yaşanan siyasi istikrarsızlığın ve meşruiyet krizinin misalleridir. Türk kamuoyu, sistemik güçlerin bu stratejik yöneliş ve arayışın önünü kesme çabaları konusunda her zamankinden daha dikkatli ve uyanık olma zorundadır.

Türkiye'nin Hindistan ile sürdüreceği herhangi bir yakınlaşma bir yandan Türkiye'nin en sadık dostu olan Pakistan'ı gücendirecek, diğer yandan Hindistan'da sürdürülen müslümanlara yönelik etnik arındırma faaliyetine yeşil ışık yakmış olacaktır. İstiklal Savaşı'na en büyük mali desteği sağlayan Hindistan müslümanları herhangi bir prensibe dayanmayan bu pragmatik taktiği hiçbir zaman affetmeyeceklerdir.

Türkiye kendisinin tabii etki alanı olan bu stratejik hat üzerinde yabancılaşmasına ve tepki toplamasına yol açacak telkinlere karşı uyanık olmak zorundadır. Bu telkinlerin kaynağı olan sistemik güçleri kısa dönemde tatmin etmek için atılacak yanlış adımlar uzun dönemli stratejik etki alanını feda etmek anlamına gelecektir. Kaldı ki AT müracatı, Körfez Krizi ve Bosna meselelerinde tecrübe edildiği gibi bu unsurları ne kısa dönemde ne de uzun dönemde tatmin etmek mümkün değildir. Onlarla kurulacak rasyonel dış politika ilişkisi stratejik bir bağımlılıktan çok taktik hesaplara dayanmak zorundadır.141

Newsweek dergisinin bir yorumuna göre, "İslamcılar geçen yıl Cezayir seçimlerinde olduğu gibi barışçı yollardan iktidara yaklaştıklarında, Washington'un onayıyla yolları şiddetle kesilmektedir. Ancak, islamcıların ölümü Batı'yı hiç üzmemektedir. Batı'nın, Müslümanların bir yılı aşkın bir süredir Bosna'da öldürülmeleri, tecavüze uğramaları ve topraklarındaki "etnik temizlik" hedefi olmaları karşısındaki tepkisizliği, İslam'a karşı bir tavır olarak algılanmaktadır."142

NATO Genel Sekreteri Willy Claes'in yapmış olduğu açıklamalar gerek NATO içinde gerekse diğer çevrelerde bir tartışma başlatmıştır. Genel Sekretere göre, Sovyet Bloku'nun çöküşünden sonra bu bloğa karşı kurulmuş olan NATO'nun yeni hedefini, daha çok Akdeniz havzasında ve Ortadoğu ülkelerinde odaklaşan İslamcı hareketler oluşturmaktadır. Claes'in iddialarında eski komünist tehdidin yerini İslamcı tehdit almıştır.143


TARİHİN SON DEMLERİ VE İSLAM

Batı'nın ve onun gerçek yöneticisi konumunda olan ve önceki sayfalarda ayrıntılı olarak incelediğimiz örgütlenmelerin İslam'a karşı bu denli geniş çaplı bir "alarm" içinde olmaları boşuna değildir kuşkusuz. Hakimi oldukları modern Batı'ya karşı en büyük alternatifin İslam'dan geldiğinin farkındadırlar. İslam'ın seküler bir dünya görüşünün ürünü olan Batı medeniyetini hem "içten" hem de "dıştan" tehdit ettiğini görmekte ve uzun vadede global bir "Hıttin Savaşı" yitirmekten çekinmektedirler.

İslam'ın Batı medeniyetine "içerden" etki etmesi, Avrupa ve Amerika'da sayıları ve güçleri giderek artan müslümanlar sayesinde olacaktır öncelikle.

Amerikan yönetimi, dünya çapındaki İslami hareketleri korkuyla izler ve durdurmaya çalışırken, New York'un göbeğinde İslamcılık yayılmaktadır... Amerika'da İslami hareketler her geçen gün güçlenmektedir. Amerikan hükümeti, Cezayir'de çoğunluğun oyunu alan İslamcıları, Orta Asya cumhuriyetlerinde olası bir İranlaşmayı yakından ve korkuyla izlerken, Amerika'nın göbeğinde İslami hareketler artış göstermektedir. Amerika'da 5 milyondan fazla müslüman olduğu ve bu sayının her geçen gün arttığı tahmin edilmektedir. Müslüman liderler ise bu rakamın 12 milyon olduğunu iddia ederler. 250 milyonluk bir nüfusta fazla gibi durmasa da, her iki rakam, politik gücün insan sayısından çok, para ve iyi organizasyona bağlı olduğu Amerika'da, politik kararlarda etkili olabilmek için yeterlidir. Müslümanlar genelde Amerika'nın büyük şehirlerinde bazı bölgelerde yoğunlaşmış olarak yaşamaktalar. Chicago, Detroit, Washington, Boston gibi belli başlı kentlerde, New York benzeri mescitlere sıksık rastlamak mümkündür.144

İslam Ohio'da da yayılmaya başlamıştır. Ülke çapında örgütlenen komiteleriyle, ibadet edenlerin çoğalmasıyla İslami hayat tarzı Amerika'nın bir parçası haline gelmiştir. İslam'ın dört milyon taraftarıyla Amerika'nın en hızlı yayılan ve büyüyen dini olduğu söylenebilir. Laik batı cemiyeti Ortadoğulu teröristleri tanımlamak için genelikle "müslüman" sıfatını kullanırlar. Hızla yayılmasına rağmen İslam yanlış anlaşılmakta ve iftiralara maruz kalmaktadır. Şu anda ABD'deki müslümanların sayısı 4 milyonun üstündedir ve ABD müslüman nüfusunun 1/3'ini oluşturmaktadırlar.145

İtalya'da bugüne kadar 10 bin Katoliğin Müslümanlığı tercih ettiğini de hatırlatan Corriere Della Sera, 2000 yılında Katoliklerin 1 milyar 144 milyonda kalırken, Müslümanların 1 milyar 200 milyon duvarını aşacağını ve bunun özellikle Afrika'da artan nüfustan doğacağını açıklamıştır. Halen Afrika'nın toplam 581 milyon nüfusundan 236 milyonu Müslümandır.146

Almanya'da ise 1.7 Milyon müslüman vardır. Müslüman cemaati, Almanya'daki Hıristiyan olmayan en büyük dini gruptur. Dinlerini değiştirip müslüman olan Almanların sayısı da 100 bin kadardır. Bunların yarıdan fazlasını kadınlar oluşturur.147

Panik 1980'lerin başında başlamıştı. Ülkedeki müslümanların sayısı 3 milyona dayanmış. İslam, Fransa'nın ikinci dini konumuna gelmişti. Olay, Fransa'da İslam'ın bütün karşı çabalarına rağmen kurumsallaştığının bir kanıtı olarak değerledirildi. Müslümanlar, Fransa'da, bugüne kadar 1.000 kadar cami, 600 kadar dernek kurmuşlar, son yerel seçimlerde birçok belediye başkanlığını Arap kökenli Müslüman Fransızlar kazanmıştı. Ama İslam, son olayla ilk kez, bir Fransız kurumunda, kültürel varlığını kabul ettiriyordu.

İngiltere'den bir İslam partisinin kurulduğu haberi geliyordu. Yaklaşık 1.5 milyon Müslümanın yaşadığı ülkede, partinin kurucusu Hintli ya da Pakistanlı bir göçmen değil, Katolik kökenli, sonradan Müslüman olma, İngiliz Davud Musa Pidcock idi. Aynı şekilde, partinin on iki kurucusunun altısı, Müslümanlığı sonradan seçmiş İngilizlerdi. Parti, önümüzdeki ilk genel ve yerel seçimlere katılacaktı. İslam Partisi'nin bir diğer ilginç yanı ise, sanılanın aksine, parti üyelerinin üçte birini kadınların oluşturmasıydı.

Fransa ve İngiltere'de islam kurumsallaşıp örgütlenirken, diğer AT ülkelerinde, Müslümanların varlığı küçümsenmeyecek durumdaydı.

İslam'ın Batı'ya "dışardan" yönelttiği tehdit ise, Batılıların gözünde daha da tehlikelidir. Bunun en açık biçimde ifade eden CFR'li stratejist Samuel Huntington, Batı ile İslam arasında gelecekte bir "Medeniyetler Çatışması" yaşanacağını öne sürmüştür. Huntington'a göre, İslam, Batı'nın kurduğu dünya sistemine karşı yegane farklı alternatifi öne sürer ve bunu da son derece kararlı ve güçlü bir şekilde yapmaktadır. "Sahibinin (CFR'nin) Sesi"ne göre, işte bu nedenle, yakın gelecekte Batı ile İslam arasında bir çatışma kaçınılmazdır.

Mark Juergenmeyer tarafından kaleme alınan The New Cold War? Religious Nationalism Confronts the Secular State adlı kitapta seküler kesim ile dindarlar arasında çıkacak bir soğuk savaştan ayrıntılarıyla bahsedilmektedir.

Ancak kuşkusuz Huntington ve Mark Juergenmeyer bu çatışmada Batı'nın galip geleceğini düşünmektedirler. Oysa bu yanlış bir değerlendirme sayılabilir, çünkü yanlış kıstaslara bakarak analiz yapılmıştır.



107 Ana Britannica, s. 864.
108 Robert Payne, The Life and Death of Adolf Hitler.
109 Encyclopædia Judaica, Cilt 4, s. 714.
110 Talat Turhan, Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla, s. 54.
111 “Menderes Özel”, Milliyet, 16 Kasım 1996.
112 Talat Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, s. 173.
113 “Yeni Nazizm Dosyası”, Politika, 2 Şubat 1978.
114 Talat Turhan, Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla, s. 55.
115 Noam Chomsky, ABD Terörü, s. 207.
118 The Sunday Times Savaş Muhabirleri, Yom Kippur, Cilt 2, s. 391.
119 Cumhuriyet, 23 Nisan 1987.
120 M. Ahmet Varol, Bilinmeyen İslam Dünyasından Kesitler, Cilt 2, s. 8.
121 The Chribtian Science Monitor, 17 Ocak 1991.
122 US News and Report, 30 Haziran 1986.
123 Ufuk Güldemir, Çevik Kuvvetin Gölgesinde Türkiye, s. 84.
124 Talat Turhan, Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla, 69.
125 Noam Chomsky, ABD Terörü, s. 202.
126 Mehmet Yale, Zaman, 24 Temmuz 1992.
127 Sabah, 7 Mart 1993.
128 Ali Bulaç, Ortadoğu Gerçeği, s. 30.
129 Mehmet Ali Birand, Sabah, 13 Mart 1993.
130 Fehmi Koru, Yeni Dünya Düzeni, s. 31.
131 Özgür Gündem, 19 Mayıs 1993.
132 M. Ahmet Varol, Bilinmeyen İslam Dünyasından Kesitler, Cilt 2, s. 8.
133 Newsweek, 15 Mart 1993.
134 Sabahattin Zaim, Türk ve İslam Dünyası’nın Yeniden Yapılanması, s. 117.
135 Talat Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, s. 42.
136 Tercüman, 26 Ağustos 1992.
137 The Spotlight, 1 Şubat 1993.
138 2000’e Doğru, 13 Aralık 1992.
139 2000’e Doğru, 17 Ocak 1993.
140 Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince, ss. 155-156.
141 Ahmet Davudoğlu., İzlenim, Mart 1993.
142 Milliyet, 13 Mart 1993.
143 Nuri Yurdusev, Yeni Yüzyıl, 24 Mart 1995.
144 Nokta, 7 Haziran 1992.
145 US News and World Report, 8 Ekim 1990.
146 Sabah, 3 Mayıs 1989.
147 Der Spiegel, 8 Şubat 1993.